Çarşamba, Kasım 06, 2013

ESKİDEN KADINLAR NEDEN GERİDEN GİDERDİ


Anadoluda baba -oğul arası neden soğuktur? Kadınlar Neden geriden yürür?

Kur'an'da evladıyla diyalogu anlatılan bütün peygamberler :

-Ya büneyye" "Oğulcuğum, yavrucuğum, canım oğlum!" ifadesiyle söze başlıyor.

-Ya büneyye= yavrucuğum!" ifadesi, Anadolu'da adeta unutulmuş.

Anadolu'da yaygın olan, babaların evlatlarına soğuk davranmasının sebebini merak ederdim hep.

Hem yüce kitabımızdaki uslup, hem Peygamber Efendimiz (aleyhisselamın) çocuklarla kurduğu "Sevgi ve ilgi" anlayışlı dil, kaybolmuş ve yerine :

Çocuklarına hiç yüz vermeyen, onlara sevgilerini göstermeyen bir dil hakim olmuştur.

En klasik savunma da,

-Biz de babamızdan böyle gördük!" savunmasıydı.

Evet, doğru söylüyorlar. Onlar da babalarından öyle gördüler.. Ama niçin?

Bu tavrı, (yazık ki) Osmanlı döneminden kalma bir alışkanlık, bir gelenek olarak devam eden bir davranış biçimi olduğunu sananlar da var.

-Kendi babasının yanında, evladını sevmeyi ayıp sayma” geleneğimizden bahsediyorum.

Kendi oğluna,

-Oğlum, Evladım!" demeyen babaların tavrından bahsediyorum.

Hanımlarını, birkaç metre geriden yürütmeyi, HAYAT biçimi haline getirme geleneğimizden bahsediyorum.

Babaların evlatlarına mesafeli davranma sebebini öğrenince:

-Bu nasıl bir zarafet, bu nasıl bir gaflet!" dedim içimden.

“Gerçeği yanlış kavrama cehaleti yüzünden, nasıl da psikolojik şiddete dönüşen yaralar açmış toplumda!" diye düşündüm.

Hadisenin sebeplerini anlatabilmek için, önce yüz yıllık tarihimizi bir hatırlatmak gerektiğini bile unutmuşuz.. Dünkü tarihimize bile, bir göz atmamışız..

Savaşlar dönemini çabucak unuttuk.

1911 yılında başlayan Balkan savaşlarıyla beraber, Anadolu insanı hep savaşlara koşmak zorunda kaldı.

On yıl civarında süren bu savaşlar yüzünden Anadolu köylerinde neredeyse erkek kalmadı.

Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi yüz binlerce erkeğin, gidip bir daha dönemediği bu safha bitince, Anadolu'da dul kadınlar ve yetim çocuklar kaldı.

10-11 yaşındaki erkeklerin, 17-18 yaşındaki kızlarla evlendirilmek zorunda kaldığı dönemlerden bahsediyorum.

Herhangi bir sebepten dolayı savaşa gidemeyen veya savaş sonrası savaş gazisi olarak köyüne dönebilen az sayıda erkek dışında, köy-kasaba halkının çok büyük bir kısmı, dul kadın veya yetim çocuklardan oluşuyordu.

Böylesi bir manzara!..

İşte böylesi bir ortamda yaşayan babalar, evlatları yanlarına gelince, diğer yetim çocukların içi acımasın diye, kendi evlatlarını yanlarında uzaklaştırırmış.

Baba hasretiyle yanan yetim çocuklar, babalarını hatırlayıp üzülmesinler diye, başkalarının yanında kendi evlatlarını sevmeye utanırmış babalar.

Böylesi ince, böylesi zarif bir düşünceyle, babalar evlatlarına mesafe koymuş.

Hanımlarıyla sokakta gezmek zorunda kaldıklarında:

-Kocasını kaybetmiş dul kadınlar bizi yan yana, el-ele görürseler yaraları deşilir" düşüncesiyle, yan yana yürümemeye çalışırmışlar.

Anadolu'da erkeklerin, hanımlarını birkaç adım geriden yürütme gelenekleri,

böylesine bir zarif düşünceyle oluşmuş.

Harp meydanlarında biricik sermayesi olan canını bile seve seve feda ecdadı, hatırlamadan cehaletin tahrib ettiği o üstün ahlak umdelerini kavramak mümkün değildir.

Başka yetim çocukların içi acımasın diye ortaya konan tavır, (zamanla) cehalet yüzünden, öz evladını, yetim psikolojisi ile ilgisiz ve sevgisiz büyütme tavrına dönüştürülmüş bu gün...

Dul kadınların, savaştan dönmeyen kocalarını hatırlayıp yaraları acımasın diye gösterilen nezaket, kendi hanımını dışlayan bir tavra dönüşmüş cehalet yüzünden.

Eyy Cehalet!

Sen nasıl bir belasın ki, böylesi bir zarafeti, babalarımızın bu üstün fazilet anlayışını, şiddete dönüştürüyorsun..

KADININ KIYMETİ - ( ÜÇ KADINIMIZ ÜZERİNE )



“Şu dünyanızdan bana üç şey sevdirildi : Gözümün Nuru namaz, Güzel

koku ve Saliha kadın” mealindeki, yüce peygamberimizin Hadis’i şerif’lerinin

ışığında :

Biz erkekler, kadını saymasını, adam gibi sevmesini beceremedik..

Ne anamıza candan bir evlat,

Ne eşimize candan bir koca,

Ne de kızımıza candan bir baba olabildik.

Yıllarca üzerimizde emeği olan, her an her yaşta üzerimize titreyen,

gözünde her zaman bebeği olduğumuz :

Eve geç geldiğimizde uyumadığını gördüğümüz, okuldan dönerken

sokak ortasında gözleri bizi arayan, her davranışımıza sabır gösteren ve

kırılmayan, bizim dertlerimize bizden daha çok üzülen, bizim için hiçbir

fedakârlıktan kaçınmayan ANNELERİMİZ…

Ve annelerimizin elinden dev’ralıp hayatımıza anlam katan, hayattaki

en güzel dostumuz ve en tatlı arkadaşımız, helalimiz, hayat ortağımız,

çocuklarımızın annesi…

Sıkıntılı anımızda başucumuzda gördüğümüz tek yardımcımız,

Mutlulukta ve sıkıntılarda tek paylaşıcımız, hayatımızın rengi, en güzel

şiirimiz, hayatımızın olmazsa olmazı, en büyük destekçimiz… EŞİMİZ…

Bir de prensesimiz…

Bize sevdalı bir yürek…

Hayatında ilk erkeği olduğumuz gülümüz, sırdaşımız… Akşamları bizi

sabırsızlıkla bekleyen ellerimize bakan sevgi dolu bir çift göz…

……………

Her zaman ve her yaşta yanında olacağımızı bilen bize güvenen ve

bununla gururlanan …

Öcülerden ve cadılardan koruyan kahramanı olduğumuz, bize koruyucu

melek gözü ile bakan; onun bize, bizimde ona âşık olduğumuz KIZIMIZ…

Bunlar can, bunlar canan, bunlar hayatın bizzat kendisi.. Hayatın anlamı,

bizleri yüreklerine TAÇ yapan, değerleri, dünya ölçüleriyle tartılmayan üç

güzel insan…

Bu üç kadını sevgilerin en yoğunu ile sevmek için düşünmeye gerek yok,

bir neden aramaya gerek yok..

Sevmemiz için annemiz, eşimiz ve kızımız olması yeterli…

Ama biz, bizi herkesten çok seven bu kadınları adam gibi sevmesini

beceremedik.

Hep erkek rolünü oynadık…

Belki de çok sevdik ama bir türlü sevgimizi ifade edemedik utandık,

yakışmaz dedik…

-Masmavi rü’yalarının altındaki sandalyeye, zaman zaman tekme vurduk.

-Yüreğimizden çıkan sevgi sözcüklerini dudaklarımızı kapayarak ağzımızın

içine hapsettik söylemedik erkekliğe sığdıramadık.

-Bal veren çiçeğimizin kıymetini bilemedik.

-Üzerimizde emeği olan bizim, biz olmamızı sağlayan yegâne varlıklara,

her şeyimiz olan kadınlara bize verdikleri sevginin yarısı kadar dahi sevgi

veremedik…

-Neden eşimize küçücük bir hediye almak, bize ağır geldi

Yarın, belki bir odaha göremiyeceğimz annemizin hatırını sormak ve

gönlünü almak için, bir telefon açmamızı bile engelleyen neydi?

-Kızımıza içten sarılıp, onu koklamamızı hangi güç engel oluyordu?.

-Neden herkesten fazla onlara güler yüz, göstermedik.

-Neden seni seviyorum diyemedik,

-Ellerimizden kayıp gitmeden,

-Hayal dünyamızın üç tane nadide yaprağı düşmeden…

-Bu ihmallerin sebebini biz de bilemedik…

-Onlar da bilemedi yüreğimizdeki sevginin bağbozumu zamanını…

-Bazen de sevdik ama, orantı kuramadık yüzümüze gözümüze

bulaştırdık…

-Ya annemizi severken,.. eşimizi horladık…

-Ya eşimizi çok sevip, anne şefkatını ve hassasiyetini unuttuk..

-Bilemedik sevgide, müthiş bir sır olduğunu,

-Herkesi sevmeye yetecek kadar bir yüreğimiz olduğunu ve tonlarca

ağırlıkta sevgiyi taşıyabileceğini…

-Ruhumuzdaki dalgalarda gemilerini alabora etsek de,

-Bilelim ki onlar, bizi karşılıksız ve hiçbir menfaat beklemeden severler.



-Oğlu olduğumuz için,

-Eşi olduğumuz için,

-Babası olduğumuz için severler.

-Eğer onların bu sevgilerine karşılık, birazcık emek harcasaydık,

 bakışlarımıza bahar mevsimlerini getirseydik,

-Yani demem o ki, sevgilerini hak etseydik…

Bu üç kadın da, bizim için canını verirlerdi…

Dedim ya; biz bu üç kadını, adam gibi sevmesini beceremedik. (Bir